1988 yılı, Haziran ayıydı sanırım.
Üniversiteyi bitireli dokuz ay olmuş, altı ay boş gezdikten sonra ilk işime
girmiştim. O yıl, ilk kez kendi kazandığım parayla tatil yapacaktım ve bu tatili
planlamanın hoş telaşı içindeydim. “Nereye gideyim?” diye düşünürken o yıllarda
daha pek az kişinin bilip uyguladığı bir “Mavi Yolculuk” yapmaya karar verdim.
Bodrum’da bu işi yapan bir şirkette
yerimi ayırttım ve topu topu “7 gece 7 gün” kadarcık bir sürede de olsa, o
muhteşem ‘Gökova Koyları’ ile tanışmam gerçekleşmiş oldu..
Bu tatil biçimi bende inanılmaz bir
alışkanlık yaptı. Mavi yolculuk bitip de İstanbul’da işe başladığımın ertesi
günü önümüzdeki yıl yapacağım mavi yolculuğun hayallerini kurmaya başlardım. Bu,
sanırım mavi yolculuk yapan bir çok kişinin yaşadığı bir duygudur. O yıldan
sonra hemen hemen her yıl aynı tatili Güney’in değişik koylarında tekrarladım.
Evlendikten sonra eşimle de aynı tatilleri yapmaya devam ettik.
O “geri dönülmez yola” o “büyüleyici deryaya” girişin
kapısını o yıllarda açtığımı sonradan anladım. DENİZ ve YELKEN.
O günlerde hayalini kurmaya başladığım, ve sonradan bir tutku
haline gelen ‘bir yelkenli tekneye sahip olma’ isteğim, 2009 yılı Ekim ayında
gerçek oldu. Kurucaşile-Tekkeönü köyünde yaptırdığım kendi teknemin artık
sahibiydim. Artık benimde yelkenlerini rüzgarın önüne katıp şişirebileceğim,
eşsiz enginliklere uzanıp, gökyüzü ile denizin arasındaki o sayfaları mavi,
mısraları lacivert masal ülkesine dümen kırabileceğim bir teknem vardı..
...
Tekkeönü – Amasra’dan tekneyi İstanbul’a getirmek farklı bir şeydi. İki gün süren bir
motor seyri, sonra 2009 yılı sonlarında Pendik – Adalar arası kısa seyirlerle
tekneyi tanıma dönemi..
2010 yılı baharında kısa bir “uzunyol !” Trilye seferi geldi.
Yaz aylarının gelmesi ile de içimdeki kıpırtılara daha fazla karşı koyamayarak
29 Temmuz 2010 sabah saat 04:50’de Pendik Marintürk’ den palamarları çözüp
tonoz halatını denize fırlattım.
İşte
başlıyordu “Hayalin Yolculuğu.”
Eşim
Fatoş , oğlum Arda , kızım Arya , eşimin abisi Muammer ve oğlu Artun ile eşimin
yeğeni Yalın Deniz toplam 7 kişiyle yola çıktık.
--
Sabah
daha güneş doğmadan, 04:30’ a kurduğum saat çalınca hemen uyandım. Benimle
birlikte Fatoş, Yalındeniz ve Muammer’de uyandılar.
Çocuklar
hala uyuyor . Hava çok sakin. Rüzgar yok.
Sahil
besleme kablosu ve su hortumunu toplayıp baş ambara koyduk.
Artık
bizi İstanbul’a bağlayan sadece üç şey kalmıştı.
İki
adet kıç palamar halatı ile baştaki tonoz halatı! Onları da çözüp kendimizi
İstanbul’dan kopardık.
Marinadan
çıktıktan sonra rotamızı Sedef adası sancağımızda kalacak şekilde ayarlayıp
motorla seyre devam ettik. Rüzgar hiç esmiyor.
Sedef adasını arkamızda bırakırken tekneyi otomatik pilota
emanet ederek Fatoş’un hazırladığı mütevazi kahvaltı sofrasına kurulduk.
Sahanda yumurtalar birazdan masaya gelecek.
Kahvaltı sonrası güneş Pendiğin arkasındaki tepeden yavaş
yavaş kendini göstermeye başladı.
Son bardak çayımı güneşi karşılayarak içip yolumuza devam
ettik.
Marmara Adasına doğru 254 derece rotamıza girdik.
İlk anlarda sakin olan hava saatler ilerledikçe poyrazdan
yavaş yavaş esmeye başladı. Bizde motora destek olsun diye yelkenlerimiz açtık.
Bizim
ufaklıklarda yavaş yavaş uyanmaya başladılar. Tabi havuzluğa çıktıklarında can
yeleklerini giydirdik.
Hep
elektroniklere güvenmek olmaz , klasik seyir yöntemlerini uygulama adına hoş
fırsatlar doğdu. Her iki saate bir
haritaya GPS’den aldığımız koordinatları işledik.
Avşaya Doğru-1
videosunu koy.
Avşaya Doğru-2
videosunu koy
Eşimde
gideceğimiz yöndeki limanları inceliyor Kutsal Kitap’tan.(Sadun Boro’nun Vira
Demir)
İlk
gece için Marmara Adasının Asmalı koyunda kalmayı planladık. Öğleye doğru yolu
hemen hemen yarılamışken İmralı iskele baş omuzluktan görünmeye başladı.
Motor-yelken seyrimize devam ederken birden sancağımızda su içinde çok hızlı
bir şeyin hareket ettiğini gördüm.
İnanılmaz bir süratle üstümüze gelen bir yunus sürüsüydü. Bugüne kadar bu kadar
büyüklerini hiç görmemiştim, içlerinde 2 tanesi en azında 2 metre vardı ve gövdesi
çok kalındı. 7-8 bireylik bir aileydi sanırım. İçlerinde bir de yaklaşık yarım
metre boyunda bir yavru yunus vardı. 10-15 dakika kadar bizimle oyun oynayıp
geldikleri gibi hızla uzaklaştılar. Hayatlarında ilk defa yunus gören bizim
minik korsanlar için müthiş bir gösteri oldu. Geniş apazdan 2. camadan vurulmuş
yelkenlerimiz ve motorla birlikte ortalama 7.5 knot hızımızla seyrimize keyifli
bir şekilde devam ettik.
Yolda acıkan tayfayı doyurmak da önemli , aç bırakmamak lazım
değil mi?
Yola çıkarken niyetimiz ilk günün akşamı Asmalı
köyünde kalmaktı. Fakat gün boyu iyi yol yaptığımız için saat 14:30 gibi
Marmara Adası’nın Asmalı köyünü bordaladık. Hava kararmaya daha 3-4 saat var
diyerek yarınki etabı da kısaltmak adına Vira Demir’e bakarak Paşalimanı
Adası’na kadar devam etmeye karar verdik.Saat 16:00 gibi Paşalimanı Adası
koyuna girdik. Burası Osmanlı Donanmasının sefere çıkmadığı zaman kaldığı yatak
yeriymiş. Dışarıda 2 metreye varan dalgalar liman içinde hissedilmiyordu. Sadun
Boro burası için Vira Demir’de her havaya kapalı o bölgenin en iyi doğal
limanıdır dese de liman dışında esen 20-25 knot rüzgarı aynen liman içinde de gördük.
Uzun yol yorgunluğunu atmak için burada gecelemeye karar vermiştik. Liman
içinde bulunan beton iskelenin 50-60 metre kadar uzağına demirimizi attık.
Bu
arada elimdeki dümen simidinde TAK diye bir ses hissettim , ama bir anlam
veremedim. Motoru stop etmeden yaklaşık bir 10 dakika her zaman beklerim , her
hangi bir sorun var mı , tarıyormuyuz diye. Evet taradık. Yaklaşık 8-9 metre derinliğe attığım
demir taramaya başlamıştı. Rüzgarda aynı şiddette devam ediyordu. Su yeşil renkte
olduğu için dip görünmüyor , belki eriştelik bir alana denk geldik , belki de
benim acemiliğim nedeniyle demir tarıyordu. Demirim 27 kg’ lık bir Ultra ,
herhalde hata bende , demir atmakla ilgili daha çok fırın ekmek yemem lazım
sanırım. Neyse zaten bu liman ciddi anlamda rüzgar da alıyor , demiri yeniden
atıp tuttursak bile gece çok rahat geçmeyecek.
Hava raporları da rüzgarın gece 30 knot ları bulacağını söylüyor , o
zaman demir alıp başka nereye gidebiliriz i düşünmeye başladık. Kitapta buraya
en yakın limanın Avşa Adasında Yiğitler adlı liman olduğunu bulduk. Demir
toplandı ve hareket. O da ne ? Dümen iskele yapmama rağmen tekne iskele
yapmıyor , sancak yaptığımda ise sancak yapıyor. Bir anda düşünme yeteneğimi
kaybettim. Aynı manevrayı tekrar tekrar yapmama rağmen dümende bir değişiklik
yok , tekne iskeleye dümen dinlemiyor. Rüzgarda bizi yavaş yavaş limanın dibine
doğru itmeye başladı. İnanın o anda çok ciddi panik yaşadım. Sağolsun Muammer
beni biraz sakinleştirdi , hemen kıç kamaradan dümen dairesine geçtim. Orada
çift dümen simidinden yönlendirme makaraları ile gelen teller bir Quadrantın
etrafından dönerek bir kilitle quadrant üzerine sabitlenmişler. Sistem son
derece basit. O telleri elimle biraz çekiştirdim, sağa sola baktım , orayı
burayı tuttum ,gözüme ters gelen hiç bir şey yok. Yapacak başka da bir şey
olmadığı için tekrar dışarıya çıktım. Dümeni elime aldığımda sorunun ortadan kalktığını
gördüm. İnanılmaz !!! Sanırım deniz
tanrıları bize acımıştı. Korka korka 3 knot hızla Yiğitler limanına doğru
ilerlemeye başladık. Rüzgarda hiç azalmıyor aksine artıyor. Tekrar dümende aynı
sorun olursa ne yaparım diye düşünüyorum. Dolap beygiri gibi döne döne nereye
gideriz acaba ? Ama korktuğumuz başımıza gelmedi ve biz Yiğitler Limanına
yanaştık. Liman inşaat halinde , rüzgarın kaldırdığı kumlar ve çimento tozları
havada uçuşuyor. Ama bu rüzgarda biz sığınacak bir liman bulduğumuz için
bunları hiç dert etmiyoruz. Limanın içine girdikten sonra sonuna kadar
ilerledik ve sancak tarafta bir yelkenlinin iskeleye bordalayarak bağlandığını
gördük. Liman içide iyi rüzgar alıyor ,
neyse ki bizi gören yelkenlinin sahibi bize doğru gelmeye başladı , palamarımızı
ona vererek hemen arkasına aynı şekilde sancaktan aborda olduk. Motor stop.
Hemen soğuk bir bira ve cup deniz. Rahatlamıştım. Suya dalınca teknenin altına
bir bakayım dedim. Zehirliyi Şubat ayında yaptırmama rağmen Pendik limanının
konumu nedeniyle altta bayağı bir kekamoz oluşmuş. Dümen palasını ve teknenin
altını elimde bıçakla epey bir temizledim.
Liman içinde deniz oldukça temiz. Çocuklarda bu fırsatı
kaçırmadılar ve onlarda denize girdiler.
Akşam
limanda vınnn ile hava durumuna baktım . Rüzgarı yarında 30 knot larda
poyraz gösteriyor. Cesaret edemedim ,
yarın da burada kalıp rüzgarın dinmesini bekleyeceğiz , nasılsa bir acelemiz
yok Yarın daha önce hiç gelmediğimiz Avşa adasının merkezine gidip gezeriz diye
düşünüyoruz.
Ertesi
gün Avşa’ya bir taksi tutularak gidildi .
Ada da nereye
gidersen git taksi 10 TL. Önce merkezi gidip iraz gezdik , sonra Kemal Beyin
yönlendirmesi ile adanın güney ucundaki (sanırım adı Tavşalı idi) güzel koyda
denize girdik. Akşama doğru
tekneye döndük , iskelede mangalımızı yakıp likit eşliğinde yemeğimizi yedik ve
yarını beklemeye başladık.
Beklerken herkes kendine göre bir eğlence bulmuştu, çocuklar mendirekte duvar tırmanışını keşfettiler, kimisi bir babaya oturarak tekneyi seyretti ,
Bendenizde huşu içinde likitlere dalıp dalıp durdum.
Yiğitler
limanında Fatoş’un akşam yemeğinden sonra yaptığı krem karemelin soğumasını
beklemekte bazı tayfayı bayağı bir zorladı.
Ertesi
gün 31 Temmuz 2010 cumartesi sabah kurduğumuz saat 04:30’da çaldı. Muammer ve
ben uyandık. Hava yine esiyor ama biraz yavaşlamış. Mendireğe tırmanıp üzerinde
dışarıya baktım , önceki güne göre biraz daha sakinleşmiş bir deniz var. Motoru
çalıştırdık , ve palamarları çözdük , saat 05:00 gibi limandan ayrıldık. Avşa
adasının güney burnunu dönerek rotamızı Gelibolu önlerine tuttuk. Adanın
kuytusundan çıktıkça denizler yine yaklaşık 1.5 - 2 metre dalga ve 25 knot
esen poyrazla bizi karşıladı.
Yaklaşık
2 saat sonra önümüzdeki ilk burnu dönünce yeni rotamız Gelibolu boğaz girişi olarak
ayarlandı ve yola devam. Bu arada boğazdan geçen gemilerin sayısında da ciddi
bir artış gözlendi.
Sanırım saat 11:00 gibi Gelibolu’ya yaklaştıkça biraz
sakinleşen denizlerle birlikte hepimizin karnının guruldama sesleri duyulmaya
başladı. İş yine kaptana düştü.
Teknemin
inşaası aşamasında defalarca tersaneye gidip gelmelerimizden bir tanesinde
mutfak yapılırken aklıma , bu mutfakta bir gün çok sevdiğim taze fasulye
pişirip yiyebilecekmiyiz diye geçirmiştim . Kısmet bugüneymiş , kendi ellerimle
ayıkladığım taze fasulyeleri eşim Fatoş pek leziz pişirmiş , hepimiz büyük
kefiyle Çanakkale Boğazını seyrederek yemeklerimizi yedik.
Boğaz
İstanbul’a göre oldukça geniş. Akıntıda boğaza girdikten sonra her geçen milde
biraz daha kuvvetleniyor. Nara burnuna kadar Trakya kıyılarına yakın seyrederek
ilerledik. Nara burnuna gelince gemileri kontrol ederek diyagonal bir geçişle
direkt olarak Anadolu kıyısına geçtik.
Planımız
, ikinci etabımızı Çanakkale limanında geceleyerek geçirmekti. Onun için
Gelibolu’dan Çanakkale Marinayı telefonla arayıp bir gece için rezervasyon
yaptırdım. Boğazdaki akıntı hızımızı önce 8 , sonra gittikçe artarak 9 ve 9.5
knotlara çıkardı. Bu hızla birlikte biz saat 15:00 gibi Çanakkale’yi bordalamış
olduk. Fırtına nedeniyle bir gece fazladan Avşa adasında kaldığımız için , bunu
telefi etmek adına Çanakkale’de hiç durmadan direkt olarak Bozcaada’ya gitmeyi
daha uygun bulduk.
Tam
Çanakkale önlerinde akıntı pik noktasına ulaştı. Ben bu fotoyu çektikten 30
dakika sonra ekranda 11 knot hızı okumuşlar. Çanakkale’yi geçtikten sonra
arkadan aldığımız 15 knot poyrazla birlikte full arma yelkenleri de açarak
motor-yelken Bozcaada’ya doğru seyrimize devam ettik.
Boğazdan
çıktıktan sonra denizin rengindeki değişim hepimizin dikkatini çekti. Renk
yeşil tonlarından geçilen her milde önce maviye devamında ise laciverte
dönüşmekteydi. Bu yıl Nisan’dan sonra İstanbul Adalar civarında çok denize
girdik. Ve girerken de İstanbul’da denizin ne kadar da temizlenmiş olduğunu
kendi aramızda konuşurduk. Bir an bu konu açıldı ve gerçeği o zaman fark ettik.
İstanbul’da bizim girdiğimiz sular deniz değil başka bir şeymiş de biz deniz
zannediyormuşuz.
Saat
19:00 gibi Bozcaada mendireğinin dışına ulaştık.
Limana
girince hemen mendireğin iç kısmına kıçtan kara olmuş 10-15 adet yelkenli
teknenin arasına liman ortasına demir atarak bağlandık. Görevliye 50 TL
bağlanma + 10 TL elektrik su ücretini ödedik. Vee sonra tekrar cup. Bir
arkadaşımın tavsiyesi üzerine teknenin baş üstüne gittim ve oradan Bozcaada
limanının berrak sularına kendimi bıraktım. Bııırrrrrrr ! Su çok berrak ama
soğuk. Biraz yüzdükten sonra bu kadar berrak suda teknemin altı nasıl görünüyor
merak ettim. O da ne ? Avşa Yiğitler
limanında bıçakla temizleyip de baş edemediğim kekamozlardan eser yok. Hiçbiri
kalmamış . Teknenin altı pırıl pırıl tertemiz. Sanırım denizin tuz oranı
arttıkça bu hayvanlar yaşayamadılar ve akıntı ile tekneden kopup düştüler. Yani
bu şu mu demek oluyor ? Ege ve Akdeniz de bulunan tekneler 4-5 yıl aynı zehirli
ile idare edebiliyorlar mı? biz İstanbul’daki denizciler ne kadar şanssızız ,
bizim zehirlilerimiz 4-5 ayda kekamoz tutuyor.
Bu iş hep küçük korsanların , hiç kimseye bırakmıyorlar.
Önümüzde bir yelkenli teknede aynı rotada.
Rüzgar
tam istediğimiz gibi 15 knotlarda karayel . Yelkenler yine açıldı , müthiş bir
lacivert deniz ortasında biz iki yelkenli güneye doğru gidiyoruz. Kah o bizi
geçiyor , kah biz onu.
Böyle güzel denizi görünce bizim korsaniçe aldı dümeni eline.
( hadi bakalım galiba sevecek bu işi)
Engin mavinin kucağında Bozcaada’dan uzaklaşıyoruz.
Bir
yerlerden duymuştum , temiz deniz suyu ile makarna pek güzel olurmuş. Babakale’
yi döndükten sonra denizin rengi iyice lacivertleşti , tamamdır deyip daldırdık
tencereyi denize , hakikaten spagettiler güzel oldu (biraz tuzlu) , piştikten
sonra temiz su ile yıkayınca o fazla tuzda gidiyor.
Ve korsan bayrağını indirip Yunan bayrağını gurcataya toka
ettik.
.Teknede eğitim devam ediyor, Arda miço dümende.
Midilli’nin
burnunu dönünce kendimde müthiş bir huzur hissettim, o yıllarca hayalini
kurduğum Denizler Ülkesine (*) - Haldun SEVEL - adım atmıştım.
Biraz
ilerimizde Ayvalık yönünden gelip Midilliye doğru full arma giden bir ketch
gördük , çok güzel bir tekne orsa seyirle adaya doğru hızla geçip gitti.
Bu arada bizim korsaniçe yine mutfağa inip kaşla göz arasında
teknedeki ilk kekimizi pişirmiş.
Tea time.
Akşam
üzeri saat 18:30 gibi Ayvalık önlerine geldik. Ayvalığın
meşhur girişi önlerine geldiğimde Kutsal Kitaptan kardinal şamandıralarının
önünde yolumu ararken arkadan lacivert renkli başka bir yelkenli hızla
geliyordu. Bu tekne yolu biliyor ona yol vereyim de arkasından giderim diye
düşünüyordum. Tekne yaklaştıkça acaba o mu ? derken gelenin İstanbul’dan bir
arkadaşım olduğunu gördüm. Arkadaşın teknesi bizi bordaladığında selamlaştık ,
Rodos'tan geliyorlarmış , ona yol verdim ve onu takiben selametle Ayvalık
Marinaya bağlandık. Kaptanlığını kendim yaptığım 3 gün süren ilk açık deniz
seyrimdi.
Ayvalık otobanı
İşte Ayvalık….
Eveeeeettttt , İstanbul – Ayvalık arasında süren yaklaşık 200
dm’lik yolculuğumuz kazasız belasız selametle sona erdi.
2-3 gün yazlıkta dinlendikten sonra bu defa methini çok
duyduğumuz BADEMLİ’ ye gitmeye karar verdik.
Yolumuz yaklaşık 20-22 mil. Marinadaki marketten
alışverişimizi yapıp tekneye geçtik. Bu defa yanımızda eşimin diğer abisi
Mehmet , eşi Nurten , yeğeni Ulaş ve kayınvalide var. Yani misafirler bu defa
ağır !
Ayvalık limanından çıktıktan sonra Çıplak adayı sancağımızda
bırakarak Badavut önlerinden direk rota ile motor-yelken seyirle Bademli’ ye 3
saatte ulaştık. Bademli girişinde suyun üzerinde 2-3 adet küçük kayalık var.
Kutsal
Kitap’tan bu girişi çözmeye çalışırken gözüm bir an motorun hararet
göstergesine ilişti. Aman Tanrım. Hararet kırmızı bölgenin sonuna gelmek üzere.
Yine başımdan kaynar sular döküldü. Hemen motoru rölatiye aldım , bir 10 saniye
sonra bunun yeterli olmayacağını motoru stop etmem gerektiğini düşündüm ve
yaptım. İçimden ya bir daha çalışmazsa diye de geçirdim. İşte şimdi hapı yuttuk
, denizin ortasında , benim gibi evde ampul takarken bile ampulu kırmayı
beceren birisi şimdi ne yapar ? Motoru nasıl tamir eder ? Liman girişindeki
kayalıklara da epey yakınız. Mehmet Abiye dümeni verdim , burnumuzu açık denize
çevir ve dümeni o şekilde tut dedim. Allah’tan akıntı bizi kıyıya değil de
açığa doğru sürüklemeye başladı.
Şimdi
ne yapmalıyım ? O anda dünya seyahati
yapan Sn: Osman ATASOY’un bir yazısı aklıma geldi. ”Denizde aklına gelen şeyi hemen
yapacaksın , ertelemeyeceksin , yoksa deniz bu hatanı mutlaka cezalandırır”
diyordu.
Arsima
Kurucaşile’de yapılmıştı. Orada boileri monte ettiler, ama motorla boiler
arasında sıcak su akışını sağlayacak hortumlar bulunamadığı için bu hattı
çekmediler, bana da bunu söylediler. İstanbul’da motorun ilk yağ değişimi
yapılırken bir hortum alırsın ve bunu da motorun yağını değiştirmeye gelen
servise bağlattırırsın dediler. Tekne İstanbul’a geldikten sonra ben bu hortumları
Tuzla’daki bir mağazadan satın aldım. Ve motor servis ustasına taktırdım. Hortumlar
takılırken üzerindeki bir yazı dikkatimi çekti. Hortumun üzerinde “Sıcak Hava
Hortumu” yazıyordu. Bunu ustaya sorduğumda bir şey olmaz abi , bu hortumlarda
dayanır dedi. Peki dedik. Ama bu konu hep aklımı kurcaladı. Çünkü motorun sıcak suyu bu hortumlardan geçerken hortumlar
sıcaktan pelte gibi oluyordu. Bende bu hortumların patlamasa bile
kelepçelerinden çıkabileceğini düşünürdüm. Onun için İstanbul’dan yola çıkmadan
önce teknedeki tüm sıcak ve soğuk su hortumlarının kelepçelerini tekrar sıkıp
kontrol ettim. Bir yer hariç. Boilerin sıcak su girişleri. Boiler salonda
oturma grubunun altında. Buraya ulaşmak için iki minder ve bir kapak kaldırmam
lazım. İşte bunu ihmal ettim. Ama hiç aklımdan da çıkmadı. İstanbul’dan taa
Bademli’ye kadar hiç bakmadımsa en az 50-60 defa gözüm motorun hararet
göstergesine gitti. O ana kadar bir şey olmamıştı, ama sonunda hortum boilerin
girişinden çıktı işte. Motorun soğutma suyu buradan sintineye boşalmıştı.
Sanırım 3-5 dakika geç fark etsem motor bloke olurdu. O ilk şaşkınlığım
gittikten sonra hemen bu nokta aklıma geldi ve direkt olarak oraya baktım ,
yanılmamışım, hortum boilerden çıkmış. Yeni bir kelepçe alarak birazda teflon
sararak hortumu yerine taktım. Motorun göstergelerini tekrar açtığımda hararetin
70 derecelere düştüğünü gördüm. Telefonla Volvo servisini arayıp durumu
anlattım , hemen soğuk su koymamam gerektiğini , sıcaklığın 50 derecelere
düşmesini beklememi söylediler. Sıcaklık düşünce yaklaşık 5.5 litre tatlı suyu
motora koydum. Kalbim küt küt atıyor , aynı zamanda vücudumdan o güne kadar hiç
görmediğim biçimde ter boşanıyor, haydi hayırlısı deyip motorun start tuşuna
bastım. Çalıştı. Bekledik , kaçak göçek yok , hararet yavaş yavaş yükseldi 90
dereceye oturdu , bir 10 dakika daha bekledim , hararet 90 derecede sabit
kaldı. Ooohhhh , galiba tamam. Yavaş yavaş Bademli limanına girdik. Koyda üç
yelkenli ve iki adet motor yat var. Su yeşil renkli , dip görünmüyor. Yaklaşık
7 metrelik derinliğe Ultra demirimizi bıraktık. Birinci denemede tuttu (dip kum
çünkü , kitap ta iyi demir tutar diyor). Motor stop , saat 19:30 civarı ,
cupppp deniz.
Bademli limanı , kaldığımız yer.
Ertesi
sabah saat 08:00’de motoru çalıştırdım. Liman dışında Garip ve Kalem adaları
arası Sadun Boro’nun deyimiyle Pasifik adalarını aratmıyormuş. Liman içindeki
yeşil sudan bir an önce uzaklaşıp oraya gitmeye karar veriyoruz.
Fatoş’un
yakaladığı bu karede sabah erken saatte bir balıkçı karı-koca ağ atmaya
gidiyorlar.
Bu sakinlikte Ilıca koyu olarak adlandırılan Kalem adası ile
ana kara arasındaki boğazdan çok yavaş ilerleyerek geçiyoruz.
Burada Kalem adasında muhteşem bir otel var.
İleride
iskelemizde denizden çıkan bir yer altı suyu var. Bu koya ismini veren bir
Ilıca . Uğrayamıyoruz , başka sefere.
Bu turkuaz boğazın kuzey yönünde sığlık 1-1..5
metreye kadar düşüyormuş , o nedenle bu iki ada arasına güneyden girmek
gerekiyor. Bu muhteşem yerde denizin tadını doyasıya çıkardık.
Saat
15:00 gibi demir alıp rotamızı Ayvalığa
çevirdik.
Herkesin
hayalini gerçekleştirme fırsatını mutlaka yakalamasını dilerim.
SAĞLIĞINIZA………………….
Ersin ÇOBAN
S/Y ARSİMA
13.08.2010
Çok güzelll Ersin
YanıtlaSil